Wishbone Ash bu akşam İstanbul’da: İnişli çıkışlı başlayan 55 yıllık müzik kariyerinin üç dönemi

Murat Yarar

Bugün yine bir Wishbone Ash konseri var İstanbul’da. İlk kez 2005 yılında Yeni Melek Sineması’ndaki konserden bu yana sanırım dört ya da beşinci gelişleri olsa gerek. Grup kurucu gitarist Andy Powell liderliğinde, bazı yıllar yüzlü sayılarda olmak üzere diyar diyar gezerek konserler vermeye devam ediyor.

Wishbone Ash’i 90’ların hemen başında eski Narmanlı Han’ın alt katındaki sahafında Deniz Pınar’a çektirdiğim Argus kasetinden bu yana bilir ve bazı albümlerini aralıklarla da olsa dinlerim. 1972 yılına ait Argus beni olağanüstü etkilemişti, öyle ki, her dinlediğimde aynı coşkuyu hissettirmeye devam eden albüm 45 yıllık kişisel rock müzik dinleyiciliği hikâyemde tanımış olduğum binlerce rock albümü arasında zirvedeki yerini (Yes’in Going for the One’ı ve Muse’un Absolution’ı ile birlikte) bugün de koruyor.

Grubun geçen yıl AKM’de verdiği konserlerine gittiğimde, bir kez daha Wishbone Ash denince benim ve çoğu ilgili arkadaşımın aklında, sadece grubun en parlak olduğu erken dönem çalışmalarının yer ettiğinin farkına vardım. Halbuki grup hayatına ve üretime hep devam etmiş, en sonuncusu 2020’de olmak üzere birçok stüdyo albümü çıkarmıştı. Ben de bu yeni konsere daha iyi hazırlanmam gerektiğine karar vererek, “1970’lerde ünlenen ve ‘80 sonrasında ayakta kalabilmiş klasik rock gruplarının genelde ileri dönemlerde vasat işler çıkardıkları” yönündeki ön yargımı (ki çoğunlukla doğru bu) kırıp, hobilerimden biri olan “bir grubun tüm diskografisini derinlemesine inceleyerek playlist oluşturma” işine giriştim.

Böylece, 25 albümden oluşan Wishbone Ash stüdyo diskografisini üç aydan fazla bir sürede -kâh zevkle kâh acıyla- defalarca dinleyerek oluşturduğum 72 şarkılık ve 6,5 saatlik bir Spotify playlisti ortaya çıktı. Bu, bugüne kadar yaptığım en geniş kapsamlı komple grup diskografisi taraması da oldu (daha önceki en uzunu 15 albümlük bir özet olan Blue Öyster Cult listesiydi).

Çalışma gerçekten zorlu geçti, çünkü başyapıtlar dışında grubun oldukça zayıf işler çıkardığı çokça dönem ve albüm de var ve bunların bazılarına “katlanmak”, aralarından güzel bir şeyler ayıklamaya çalışmak kulaklarımı ve ruhumu açıkçası biraz yordu. Yine de, sabırla dinledikçe her dönemin kendine özgü -sayıca az ya da çok- cevherlerinin olduğunu keşfetmek ise işin en keyifli kısmıydı. Tabii burada yine şu konu akla geliyor: “İnsan dinledikçe iyi olanı mı keşfediyor, yoksa zamanla vasata mı alışıyor?”

İyi bir rock müzik dinleyicisi olarak çok zaman cevabını veremediğim bir soru bu.

Bu çalışmayla birlikte küçük bir analiz yapıp Wishbone Ash’in neredeyse 55 yıllık kariyerini üç ana döneme ayırmak isterim:

İlki, grubun halen var olabilmesinin ana kaynağı ve neredeyse tüm fanlarının favorisi olan ilk beş albümün ve bunları takiben, inişli-çıkışlı çizgiye sahip ikinci beş albümün yer aldığı 1970-1980 dönemi. Enerjik soundları ve progresif rock ile melodik hard rock’un tam kesişim noktasında yer alan özgün tarzlarıyla, Wishbone Ash bu on yıllık dönemde (her ne kadar ilk başlarda vaat ettiği “büyük grup” olmanın ivmesini dönemin ikinci yarısında kaybetmiş olsa da), “bereketli 70’lerin” kayda değer isimlerinden biri olmayı başarmıştı. Bu süre boyunca ekipte hep orijinal kadro, yani Martin Turner, Andy Powell ve Steve Upton yer aldı, sadece Ted Turner yerini bu dönemin ortasında Laurie Wisefield’e bırakmıştı.

Sonra o malum 1980’ler geliyor. Tüm klasik rock gruplarını hallaç pamuğu gibi dağıtan bu dönem Wishbone Ash’e de çok yaramıyor. Gerçi grup sürekli değişen kadrolarla olsa da kesintisiz şekilde hayatına devam ediyor, ama bu yıllarda bir uçtan diğer uca savrulan, çoğunlukla kişiliksiz bulduğum ve gerek sanatsal gerek ticari açıdan oldukça başarısız albümler çıkarıyor. Bu albümlerde, artık geçerli akçe olmayan ve zaten çoktan bırakılmış progresif rock ögeleri tamamen yok olmuş, yine dönemin genel eğilimine uygun şekilde, gözden düşmüş olan klasik hard rock ögeleri yerine, Amerikan pazarına göz kırpan basit Gitar Rock’a ve -yine 80’ler ortasının ruhuna uygun- ticari AOR ve Hard’n Heavy’e uzanan farklı tarzlar benimsenmiş. Bu dönüşümler dönemin gereği, ama sorun bence bunu iyi yapamamış olmalarında (herkes bir Rush değil tabii). Bu arada bir dönem ilk gidenler geri dönüyor ve grup 87-91 arasında yeniden orijinal kadrosuyla, biri tamamen enstrümantal üç -vasat- stüdyo albümü daha çıkarıyor. Ancak, belli ki dertlere çok fazla derman olamayan bu yeniden birleşme dönemi de, kurucu / davulcu Steve Upton’un -ilk kez- gruptan ayrılmasıyla (müzikten tümüyle emekli olup menajerleri Miles Copeland’ın çiftliğinin yöneticisi oluyor) sona eriyor ve devamında grup -alternatif akımlar sayesinde rock müzikte büyük dönüşümlerin yaşandığı bu yıllarda- tekrar bir bilinmezliğe sürükleniyor. Bir de araya dönemin önemli bir electronica gurusu ile birlikte üretilen iki techno/dance albümü sıkıştırılıyor (ki bunların Wishbone Ash adıyla çıkmış olmalarını hala aklım almıyor).

Bu karmakarışık yıllardan sonra grup 2000’lere, o döneme kadar tek sabit kalan eleman gitarist Andy Powell’in mutlak liderliğinde giriyor. Ve Powell belli ki biz ne yapıyoruz ya böyle demiş ve sazı tam anlamıyla eline almış. Ekip bu dönemde yeniden melodik rock’un ve grubun alamet-i farikası olan kaliteli twin gitar sololarının dikkat çektiği gayet güzel işler çıkarıyor. Bu çerçevede, 2002-2020 arasında çıkan altı stüdyo albümünün de dikkatlice dinlenilmeyi hak ettiğini düşünüyorum. Grup 2020’deki son albümü Coat of Arms’dan bu yana, -artık 75’ine gelmiş ama hâlâ çakı gibi- Andy Powell öncülüğünde ve arada değişen kadrolarla, dünyanın her köşesinde düzinelerce konserler verdiği turnelerine devam ediyor.

Hazırladığım Spotify playlistinde 25 albümden, biraz da rock müziğin nispeten melodik, “ılımlı” ve bluesy tarafına olan eğilimime göre şekillenmiş, toplam 72 parça var. Bu seçkide diskografideki iki elektronik dans albümünü gözardı ettim, buna karşılık 2000’lerde yayınlanan, iki ayrı döneme ait “kayıp” kayıtları içeren derleme albümleri de dahil ettim.

 

İyi “derinlemesine” dinlemeler – en azından Spotify’da “Kitaplığa Kaydet”meyi unutmayınız.

Geleceklerle olanlarla If Performance Hall Beşiktaş’ta görüşmek üzere!

Author: can tok

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir